İnsanlık tarihinin en zor günlerinden geçiyoruz. Ekonomik, sosyal ya da politik zorluklar değil derdim.. İnsani özelliklerin yok olmasından dolayı “insanlığı unuttuğumuz günler” olarak tanımlıyorum bu zaman dilimini. İnsanlıkta bir rönesansa ihtiyaç duyuyorum.
Vikipedia rönesansı şöyle tanımlıyor; Rönesans, Orta Çağ ve Reformasyon arasındaki tarihi dönem olarak anlaşılır. 15 - 16. yüzyıl İtalyası'nda batı ile klasik antikite arasında sanat, bilim, felsefe ve mimarlıkta bağın tekrar kurulmasını sağlayan, Antik Yunan filozof ve bilimadamlarının çalışmalarının çeviri yoluyla alındığı, deneysel düşüncenin canlandığı, insan yaşamı (hümanizm) üzerine yoğunlaşıldığı, matbaanın bulunmasıyla bilginin geniş kitlelerle paylaşımının arttığı ve radikal değişimlerin yaşandığı dönemdir.
Bu çağ uzun zamandır geriye düşmüş olan Avrupa'nın ticaret ve Coğrafi Keşifler'le yükselişinin öncüsü olmuştur. Rönesans üzerinde derin araştırmalar yapan Burkhard: “Rönesans insanın keşfedilmesidir.” demektedir. Gerçekten de Ortaçağ'da Avrupa’da insanın hiçbir kıymeti yoktu. Şu anda çok mu farklı sanki…
Her şey hızla gelişiyorken, insanı değerler, insan olma değeri nasıl bu kadar geride kaldı? Sanırım “iyi insanları” aptal sandığımız yerde yitirdik insanlığımızı…
Bu düşünce girdabının içinden beni çıkaracak sihirli sözcük; şükretmek… Hemen başlıyorum bir “şükür listesi” yapmaya… Sahip olduğum her değer için, arkadaşlarım, dostlarım, ailem için, -en çok- kızım için, sağlığım için, hayata kattığım renkler ve hayattan alabildiklerim için başlıyorum şükür etmeye... Güzel anıları, güzel sözleri, güzel bakan gözleri, sevdiğim tınıları, renkleri, hatta kirazı, çileği, yakamozu, puromun kokusunu, “ah istanbulu’u” “gözlerinin içine başka hayal girmesin"i, lilyumun, vanilyanın kokusunu, Fikret Otyam'ın fırça darbelerini, olduğum yerleri, olmak istediklerimi, “başarı” diye ad verdiklerimi film şeridi tadında akıtıyorum zihnimden gözlerimin önüne.. Bir “nane ferahlığı hissi”ne kapıldığım sırada “başarısızlık” diye adlandırdıklarımı, göz yaşı buğularımı, kalp sızlamalarımı da düşünüp onlara da şükrediyorum... Biliyorum “acı” dediklerim de benim zenginliğim…Tam bu noktada ben kendi karanlık çağımdan çıkıp kendi rönesansımı yaşamaya koyuluyorum.. Çok kolay değil bu ancak işte tam bu noktada “tecrübe”nin ne kadar değerli olduğunu geçen senelerle biriktirdiklerimizin “yaş” değil de “güç” olduğunu anlıyorum. Einstein demiş ya “İnsanı ayakta tutan iskelet ve kas sistemi değil, inançları ve prensipleridir” diye... İşte “yaşamak” tek prensibi olmalı insanın …
Ve biliyorum ki “hayat bizim yarattığımız bir süreç aslında”… Ve ben yeni başlayan bir 365 günde en çok kendim olabilmeyi, özümde olabilmeyi diliyorum. Her gün üç yanlış yapmayı göze almalı insan, bir doğrunun canı cehenneme diyerek…
Çok şükür yazabiliyorum ve çok şükür okuyan birileriyle buluşabiliyorum… 2016 sen bildiğin gibi gel, ben güzel yaşarım zaten... İçine hayat kaçmış gibi yaşayanlar iyi ki varlar çok şükür…