Türkiye’nin en önemli sorunsallarından biri cari açıktır. Bugüne dek kazandığımızdan fazlasını yemenin bedelini hala omuzlarımızda taşımaktayız. Bu açığı kapatmanın en önemli yollarından biri ise ihracatı arttırmaktır. Türkiye için küresel ölçekte pazar çekiciliği arz eden sektörlerde verilen mücadele bu manada büyük öneme sahiptir. Bu nedenle seramik, deri, madencilik ve değerli taşlar, şekerli mamuller, kuru ve yaş meyve, gemi ve yatçılık, su ürünleri ve hayvansal mamuller gibi sektörler Türkiye’nin ihracat potansiyeli yüksek olan sektörleri olarak mercek altına alınabilir. Bu açıdan bakıldığında coğrafik yakınlık, ürün, fiyat gibi kriterlerle yıllardır Türkiye’nin vermiş olduğu mücadele bugüne kadar elde edilen başarının temel taşlarını oluşturuyor. Peki, bugüne dek ortaya konulan performans ne derece yeterlidir?
Yeterli değildir elbette. Zira Türkiye’nin çok daha fazlasını başaracak potansiyeli vardır ama bu potansiyeli sadece pazarlamanın rasyonel kanadıyla gerçekleştirmemiz imkansızdır. Bunun yegane ilacı bütünsel bir markalaşma stratejisidir. Ancak konu, koca bir sektörün ülke markasının şemsiyesi altında Türkiye onayı ve desteğiyle (endorsement) markalaşması olduğunda, doğal olarak başarı alanlarının sayısı da artmaktadır.
Şüphesiz öncelikli başarı alanı, ülke markasıdır. Ülke markasının, ilgili sektörün yurt dışı pazarlardaki sosyal paydaşları tarafından nasıl algılandığı kritik önem taşımaktadır. Elbette bu algının genel kamuoyundan önce, öncelikle iş dünyasına yansıyan boyutlarının nasıl olduğuna bakılması gerekir.
İkinci başarı alanı, Türkiye’nin ilgili kategorilerde nasıl algılandığıdır. Seramik, deri, madencilik ve değerli taşlar, şekerli mamuller, kuru ve yaş meyve, gemi ve yatçılık, su ürünleri, hayvansal mamuller ve benzeri pek çok kategoride mücadele eden ülkemizin bu kategorilerin kendi gerçekliği içinde yurt dışı pazarlardaki hedef kitlesi ve sosyal paydaşları nezdinde nasıl algılandığı ayrıca ele alınmalıdır. Burada anlatmak istediğim, ilgili sektörün kendi dinamikleri dikkate alınarak Türkiye’nin nasıl algılandığına bakılması gerektiğidir.
Üçüncü başarı alanı, Türkiye’nin kurumlarının ve markalarının ilgili sektörlerde yurt dışı pazarlardaki hedef kitleleri ve sosyal paydaşları nezdinde nasıl algılandıklarıdır. Bu nedenle markalarımızın münferit olarak verdikleri mücadele aynı zamanda Türkiye adına verilen bir mücadele olarak görülmelidir.
Son tahlilde, aşağıdaki gibi bir formül elde edeceğimizi söyleyebiliriz:
Yurt Dışında Markalaşmak = f (Genel Türkiye Algısı, İlgili Sektörde Türkiye Algısı, İlgili Sektörde Türkiye’nin Kurumlarının ve Markalarının Algısı)
Yani, Yurt Dışında Markalaşmak, Genel Türkiye Algısı, İlgili Sektörde Türkiye Algısı ve İlgili Sektörde Türkiye’nin Kurumlarının ve Markalarının Algısının bir fonksiyonu olarak karşımıza çıkmaktadır.
Bu nedenle, bu üç başarı alanında da düzenli araştırmalar yaptırılması ve bu araştırmaların sektörün stratejik analiz ekipleri tarafından değerlendirilmesi kritik önem arz eder. Trendlerin anlaşılması, hedef kitle ihtiyaç, davranış, alışkanlık ve iç görülerinin ortaya konulması, sosyal paydaşlar nezdinde algı düzeylerinin belirlenmesi, muhtemel iyileştirme alanlarının tespiti, engeller ve fırsatların ortaya konulması gibi son derece önemli analiz başlıkları hassasiyetle ele alınmalıdır.
Bu üç başarı alanı da Türkiye’nin üç boyutunun algı yönetiminden başka bir şey değildir. Aslında her boyut Türkiye markasının bir uzantısıdır ve birbiriyle etkileşimli olarak çalışır. Bu üç başarı alanının ortak bir stratejiyle yönetilmesi hayati önem arz eder. Marka inşa ederek ihracatta büyüme hedefini gerçekleştirmek için bu üç başarı alanı eşgüdümlü olarak yönetilmelidir.
Hakan Senbir Twitter hesabına ulaşmak için lütfen tıklayın
Hakan Senbir Facebook hesabına ulaşmak için lütfen tıklayın