Bundan birkaç yıl önce, kariyer üzerine konuşmak üzere davet edildiğim bir üniversitede bir marka danışmanının meslek hayatının kilometre taşlarını anlatmıştım.
Ancak bu yazıya neden olan konu, o gün yaptığım sunumun içeriği değil, sunum boyunca ekranın sağ üst köşesine özellikle koyduğum kocaman bir muz kabuğudur. Evet, sunumla zerre kadar ilgisi olmayan ve en arka sıradan bile kolaylıkla görülebilecek büyüklükte, beş dilimli bir muz kabuğu bugünkü yazımın sebebidir.
Yaklaşık elli slayttan oluşan o sunumun sonundaki soru-cevap bölümünde, sunum boyunca mağrur bir eda ile orada kıvrılıp duran o muz kabuğunu o gün bana soran olmadı. Bir sonraki eğitim sunumumda içerik farklıydı ve aynı muz kabuğu yine orada duruyordu ama yine kimse o muz kabuğunun orada durma nedenini sormadı. Ardından gelen iki üç yıl boyunca, hiç yapmadıysam üniversitelerde on konuşma yapmışımdır ama o muz kabuğunu soran sadece bir kişi çıkmıştı.
Asıl ilginç olan ise, benim soru-cevap bölümünün sonunda izleyenlere “burada sunum boyunca duran muz kabuğunun ne anlama geldiğini bilen var mı?” diye sormamın ardından, birkaç kişinin “evet fark ettim ama soramadım nedir o?” diye cevap vermesiydi.
Böyle cevap vereceklerini bildiğim için son slaytımda şu yazıyordu:
“O muz kabuğunu oraya siz sorasınız diye koydum.”
Merak etmiyoruz. Ne yazık ki, hiç merak etmiyoruz.
Önümüzde garip doğa olayları gerçekleşiyor, doğa bize bir şeyler anlatmaya çalışıyor ama farkında olmuyoruz.
Gerçekleştirdiğimiz bir projede hedeflerimizin dışında sonuçlar doğduğunda, o sonuçlardan başka bir ürün çıkar mı diye düşünmüyor; sadece dövünüp duruyoruz.
Olanaklar yetersiz kaldığında ise, merak etmek bir yana, elimiz kolumuz bağlanıyor. Oysa belki de, tavuk göğsünü bulan kişinin elinde sadece süt, tavuk, un ve şeker kalmıştı.
Öte yandan bir şeylerin farkında olsak bile, sorgulamıyoruz. En iyi şartlarda, Vizontele filminde gördüğü televizyon için “Radyonun görüntülüsü mü, vallah benim aklıma geldiydi” diyen Deli Emin gibi kendimizi avutuyoruz.
Neden merak etmiyoruz? Ediyorsak, neden üzerine gitmiyoruz?
Merak etmiyoruz çünkü merak insanın konfor bölgesinden çıkmasıdır ve biz toplum olarak konformist yaşamayı seviyoruz. Çünkü merak beraberinde sorgulamayı, araştırmayı, analiz etmeyi, deney yapmayı, bu deneylerden elde edilen sonuçlara göre yeniden çalışmayı, özetle belirli bir sistemi gerektirir. Oysa bizim yaptığımız sadece pazar yaratabilecek fırsatları görüp, iyi kopyalamak. Ardından üretmek, üretmek, üretmek. Bu sürecin belirli bir noktasında ARGE yapmak aklımıza bile gelmiyor.
Oldu da, üniversitelerde yaptığım sunumlarda “evet sunumunuzda öylece duran muz kabuğunu merak ettim ama soramadım, nedir o?” diyen birkaç kişi gibi merak ettik diyelim. Yine de sormuyor, merak ettiğimiz konunun üzerine gitmiyoruz. Neden konuşmadığımız gerçeğinin ardında derin bir “Korku Kültürü” var. Bu kültür sorgulamayı aklına bile getirmiyor. Çalışma hayatımızı etkisi altına alan üst-ast ilişkisi, çocukluğumuzdan beri bize öğretilen “büyüklere her şey sorulmaz” kalıpları ve Alice Miller’ın “Yetenekli Çocuğun Dramı”nda bahsettiği çocukluktan kalma pek çok baskıcı tortunun, iş hayatındaki yetenekli çocukları susmaya ittiğini görüyoruz. Yoksa, pazarlama, marka, kariyer, iletişim gibi konularda sunum yapan birinin ekranda akıttığı slaytlarının sağ üst köşesinde duran garip bir muz kabuğunu birilerinin sorgulaması gerek diye düşünüyorum. Bırakın muz kabuğunu, oraya ayı yavrusu, helikopter ya da tırtıl koysam da durum değişir miydi, emin değilim. (Bundan sonraki sunumlarda bunu deneyeceğim.)
Sonuç olarak, “merak kültürü”nü hayatın bir parçası haline getirmeliyiz. Ve bu konu, ne yazık ki, sadece iş dünyasının çözebileceği bir konu değil; keşke öyle olsaydı. Bu konu, devletin eğitim sistemiyle ve sivil toplum kuruluşlarının projeleriyle ancak birkaç on yılda sonuç alınabilecek bir sorunsal. Ve bu sorunsalın sosyal paydaşları belki de hiçbir konuda olmadığı kadar geniş ve birbiriyle iç içe.
Ne yapmalıyız?
Merak etmeliyiz ve hiç olmazsa menemenin üzerine nasıl olacak acaba diyerek bir tutam susam atmalıyız.
Merak etmeliyiz ve hazırladığımız seramik hammaddesinin içine nasıl olacak acaba diyerek bir iki yumurta kırıp, ardından kuru dayanımına bakmalıyız.
Merak etmeli ve garip işler yapmalıyız. Ampirik sonuçlarına bakmalıyız.
Zira biri tutsa ihya oluruz.
Batı, on dokuz ve yirminci yüzyılda böyle ihya oldu.
https://twitter.com/hakansenbir
http://www.facebook.com/hakan.senbir