Güçlü bir ülke markasına sahip olma yolunda başarının tek sırrını söyle deseler “güçlü toplumsal sermaye” olarak cevaplamayı tercih ederim. Bu kavrama gelene kadar iyi eğitimden mesleki temel bilgilere, pazarlama yönetiminden iletişim becerisine, finansal bakış açısından kaynak yönetimine, demokrasiden farkındalığa kadar pek çok kavram akıllara gelse bile, bana göre “güçlü toplumsal sermaye” kayıtsız şartsız en önde gelen kavramdır.
Francis Fukuyama, doğu ve batı toplumları arasındaki en belirgin farkın sosyal sermayede ortaya çıktığını söylemektedir. Fukuyama’ya göre batı toplumlarında, toplumsal sözleşmelerin sistemin temeli olduğu ve toplumsal faydanın bireyin ve hatta ailenin önünde olduğu “toplumsal sermaye” ön plandadır. Doğu toplumlarında ise bu durum tam tersidir; yani aile değerleri toplumsal değerlerin önündedir ve Fukuyama bunu “aile sermayesi” olarak tanımlar.
Bunu şöyle bir örnekle anlatırsam daha açıklayıcı olacağını düşünüyorum: Türkiye’de araçlarını belediyelerin gösterdiği yerlere park insanları düşünün. Doğal olarak bu insanlar araçlarının yüzünü kaldırıma vererek park ederler ve işleri bitip araçlarının başına geldiklerinde geri geri çıkmak durumundadırlar. Ancak Türkiye’de böyle bir park yerinden geri geri çıkmak son derece stresli bir iştir. Zira çarpışmak pahasına da olsa size neredeyse kimse yol vermez. Ta ki siz bir tanıdık bulana kadar. Eğer bir tanıdığa rastlarsanız, size yol verecektir. İşte bu “aile sermayesi”dir. Oysa herhangi bir batılı toplumda sizin geri geri çıktığınızı gören ilk kişi size yol verir. Üstelik tanıdık olmasına da gerek yoktur. Bu da “toplumsal sermaye”den kaynaklanır.
Her geçen gün daha fazla şirket Türkiye’de kurumsal sahaya adım atıyor. Atmak zorunda, çünkü kurumsallaşmadan yarınlarını garanti altına alması mümkün değil. Ancak ne yazık ki, işte hep aynı sorun karşımıza çıkıyor. O sadece bizde olduğunu düşündüğümüz “aile değerleri” iş hayatının içlerine doğru uzanıyor. Toplumsal sermaye bir türlü gündelik ve iş hayatımızın temelinde yer alamıyor. Güvenmek için mutlaka bir tanıdığa ihtiyaç duyuyoruz. Bu durum iletişim dünyamızı da etkiliyor.
Türkiye ulaştığı ekonomik seviyeyi pekiştirmek ve ülke markası değerini artırmak zorunda. Şu anda yarattığımız ekonomik değerle ülke marka değeri arasında bence hala bir anlam boşluğu var. Güçlü bir ülke markası yaratmanın yolu da “toplumsal sermaye”yi “aile sermayesi”nin önüne çekebilmek. Bunun aile değerlerini zedeleyeceği kaygısı tamamen bir hurafe. Güçlü aile değerlerine sahip tek ülke biz değiliz. Toplumsal sermayesi güçlü pek çok ülkenin aile değerleri de güçlü. Örneğin İtalya, her ne kadar bugün Avrupa’nın yaşadığı ekonomik buhranı derinden hisseden ülkelerden biri olsa da, güçlü sanayisini yirminci yüzyılın son çeyreğinde daha da güçlendirdiği toplumsal sermaye ile pekiştirmiş durumda. Almanya’dan bahsetmiyorum bile. Herhalde Avrupa’nın toplumsal sermayesi en yüksek ülkesidir.
Özetle “güçlü ülke markası”, ekonomik refahı görece yakalayan Türkiye’nin markalarının önünü dünyada açacak olan önemli bir unsurdur. Bu nedenle, “ülke markası” değerini yükseltecek ana kriterlerden biri olarak ”toplumsal sermaye”, yakın vadede en önemli gündem maddelerimizden biri olmalı.
https://twitter.com/hakansenbir
http://www.facebook.com/hakan.senbir